Salvador Dali için deli divane oluyorum. Onu anlatacak olumlu tek bir kelimem yok ama bütünüyle ona bayılıyorum.
Salvador Dali bir dahi,
Salvador Dali bir deli,
Salvador Dali kıymetimizin bilinmesi için doğru insanla doğru ortamda olmamız gerektiğini hatırlatan bir peri.
Kendinizde kusur aramaya ve bulmaya başladıysanız onları düzeltmeden önce bu podcastime kulak verin. Belki kusur sadece olduğunuz yerdedir.
Salvador Dali sanat dünyasında bir dev, gerçek bir ikon. O bir ressam, heykeltraş, mücevher tasarımcısı, senarist ve daha fazlası. Frida’yı okuduğumda onu sevmek kolaydı.
Dali öyle değil.
Dali merak uyandırıcı bir sanatçı.
Romantik hatta komik ve çokça da karanlık biri. Ama yine de tüm sıfatların tek kalemde anlatamayacağı kadar ilginç.
Unutulmaz bir yıldız ama gökyüzünün değil en sevdiği yer olan denizlerin yıldızı belki bir deniz yıldızı.
Bu deniz yıldızının sanat dünyasını etkileyen bir sürü sanat eserinden bahsetmeyeceğim. Uzun uzun resimlerine bakıp size gerçeküstücülüğü anlatmayacağım. Açıkcası şuan şu yaşımda bunlar hayatımı etkilemiyor. Beni kendi dünyamda bir yolculuğa çıkarmıyor. Ben tamamen Dali ile ilgileniyorum.
Bana hiç benzemeyen bu kadar ilginç bu adamın hayata bakış açısına başka bir insanda sevmeyeceğim bu özellikleri kendisinde bu kadar harika yapışına odaklanıyorum. Çünkü bana şu mesajı veriyor.
Toplum tarafından sevilmeyeceğini düşündüğün özelliklerin sevilebilir. Sana saygı duyulmasını sağlayabilir. Onu gizlemek, yoksaymak ve en kötüsüde kaybetmek zorunda değilsin.
Bu podcasti dinlemeye devam etmeden önce en sevmediğiniz en tuhaf en ilginç taraflarınızı düşünün ve bana güvenin Dali kadar uzun bir liste çıkaramazsınız.
Podcaste hazırlanırken Dali’nin fotoğraflarına uzun uzun baktım ve açıkcası kolay kolay oradan ayrılamadım. Takım elbise giyinmiş, saçları kusursuz ama gerçekten kusursuz bir şekilde özenle taranmış bu adam tüm özenli ve şık görünüşünün aksine her fotoğrafında başka bir tuhaflık derecesinde poz veriyordu.
Bir resminde kafasının üzerinde ekmek şeklinde bir şapka konumlandırırken bir diğer resimde arkasına onlarca adamı toplayıp uzun bir baget ekmeği omuzlarında taşıyarak bir cenaze törenindeymişcesine net bir ciddiyetle poz veriyordu.
Para harcama konusunda kontrolsüz bir müsriflik içindeyken ve lüks olan herseye takıntılı şekilde bağlıyken Paris’te bir sergi salonuna elinde son yaptığı tablolarla bir bisikletle gelebiliyordu.
O kadar tuhaftı ki bir partiye üzerinde bir dalgıç kostümüyle gelmişti. İşi biraz daha ilginçleştirmek için partinin ortasında eski tip dalgıç kostümünün başlığını kafasına geçirmişti. Bu başlığın onu boğacağını tahmin edemedi. Dali yerde nefes alamayıp boğulduğunda partideki herkes onun bir gösteri yaptığını düşündü. O ölümle boğuşurken dostları gülüyordu. Neredeyse ölümden dönüyordu.
Kafasına dalgıç kostümü başlığından daha ilginç bir şey geçirmemiş olduğunu düşünmeyin.
Bir başka fotoğrafta şapka olarak seçmiş olduğu hayvan iskeletini görebiliyordunuz. Bir başka resminde ise bir gergedanın resmini çizmek için hayvanat bahçesinden fotoğraf makinesine bakarken onu yakalayabiliyordunuz.
Bu tuhaflıklar onu merak etmenizi sağlıyordu ve siz onu merak ettikçe onunla ilgili bilgilerin peşine düşüyordunuz.
Ama onunla ilgili bilgiler bir sanatçı romantizminde ilerlemiyor.
Dalinin tablolarında ve evinde sıklıkla gördüğümüz yumurta figürüne olan düşkünlüğünün sebebi yumurtanın sert dış yüzey ve yumuşak bir iç yüzeye sahip olması.
Doğumu, yaradılışı, sevgiyi ve umudu temsil etmesi. Hayatımızda sadece bir yumurta olarak var olan yumurtaya romantik anlamlar yükleyen bu adam kendi ailesine karşı ise hissiz ve zalim açıklamalar yaparak sizi arafta bırakıyor.
Tam sevecekken vazgeçiyorsunuz ama ona kızamıyorsunuz. Onun dünyası tartışmasız bir şekilde ilginç. Tuhaf bir şekilde şık. Benzersiz. Şuan bile ona benzeyen başka bir sanatçıyı aklınıza getiremezsiniz. Onu bu kadar özel yapan sadece kendisi olması. Hepimiz kendimiz olurken aynı masaldan geçiyoruz. Çocukluk zamanlarımız bu gün olduğumuz kişiyi oluşturuyor.
Onun varoluşu İspanya’da başladı. Dali İspanya’daki evlerinde küçük bir prens olarak doğmuştu. Kelimenin tam anlamıyla bir prens. Onun doğumu ailesinin acısına merhem olmuştu. Kendisinden bir kaç yaş büyük abisi ölünce Dali’ye onun adını verdiler ve sanırım onu incitmemeye ant içtiler.
Evde her istediği yapılan şımarık bir oğlan çocuğuydu. O kadar şımarıktı ki. Annesi ile çıktıkları bir gezide kapalı olan şekerci dükkanını şeker istiyorum diye ağlayarak açtırmayı başarmış ve şekerine kavuşmuştu. Bu şımarıklık belki de ona istediği herseye sahip olabileceği inancını aşıladı.
Evde her istediğini giyebildiği her istediğini yapabildiği herkesin onun deyimi ile ona taptığı bir dünyadaydı ama okula başladığında bu dünya sarsıldı.
Tuhaf giysileri, garip davranışları okulda takdir görmüyordu hatta zorbalığa uğramasına ve dışlanmasına yol açıyordu. Yol burada ikiye ayrılıyordu. Ya normale dönecekti ve kendini kabul ettirip sevdirmeyi deneyecekti yada tuhaflıklarına daha sıkı sarılıp okuldan uzaklaşacaktı. O ikincisini seçti.
Okul yaşamı kötü gidiyordu. Bu yalnızlık onu hayal dünyasında bir kalabalık yaratmaya zorladı.
Evlerinin üst katındaki çamaşır odasında çamaşır kovasına su dolduruyor. İçine oturuyor. Teyzesinin tuhafiye dükkanından gelen şapka kutularının kapaklarına resimler çiziyordu. Anlaması güç değil onun yeni arkadaşları artık boyalardı.
Bunları okurken içimde zerre kadar kuşku yok çünkü hikayenin sonundaki daliyi biliyorum. Ama aklım Dali’nin çocukluğuna benzeyen çocuklara takılıyor. Okulda aradığı huzuru ve sevgiyi bulamadığı için evde boyalarıyla saatlerini geçiren bir çocuğum olsaydı ne yapardım?
Sen ne yapardın?
Neyse ki Dali’ye yaptıkları sadece ona daha fazla boya ve daha fazla şapka kutusu sağlamak oldu.
İnsanlar bir yaradılışla doğuyor. Buna inanıyorum. Dış etkenler bu yaradılışı hem yaralıyor hem besliyor. Aynı ailede büyüyen kardeşler ve ikiz kardeşlerin farklılıkları benim için bu tezi destekliyor.
Salvador Dali farklıydı işte. Işıldamak için her insan gibi kabul edilmeye ihtiyacı vardı.
Büyüdükçe arayışları arttı. Kendisi gibi insanlar aramaya başladı. Bazı ortamlardan hızla uzaklaştı. Bazı ortamlarda yıllarca yaşadı ama kabul edilmeye en yaklaştığı yer sanat dünyasıydı. Bazı dönemler tepkileri üstüne çekti ama evinde yaptığı partiler asla sessiz ve sıradan olmadı. O içinde bulunmaktan büyük bir keyif aldığı sanat dünyasından daha da önemli birşeye sahipti. Biricik aşkı Gala’ya. Hayatının aşkı Gala ile tanışınca ise ışıldamaya başladı.
Artık sanat dünyasında ve büyük aşkı Gala’nın dünyasına kabul edilmişti.
Dali ve Gala tatsız tanışma hikayelerine rağmen çok iyi bir ikili oldular. Hiç paraları yokken bile krallara ve kraliçelere ait bir yaşam sürüyorlardı. Olmayan paralarını saçıyorlardı. Büyük bir müsriflik içinde sürdürdükleri yaşamları en sonunda tıkandı.
Dali’nin ailesine ait bir adada bulunan küçük bir balıkçı kulübesine sığındılar. Dali çocukken de huzuru bu minik balıkçı kulübesinde bulmuştu. Dali küçük bir çocuk, Gala ise olgun bir kadındı. Dali üretmekten Gala pazarlamaktan keyif alıyordu. Dali kendisini yoracak hiç bir işi yapmıyorken yada yapamıyorken Gala bozulan bir arabayı tamir edebilecek kadar güçlü bir karakterdi. Dali onun güvenli ve korunaklı dünyasında mutluydu. Gala ise büyüyememiş bu şımarık çocuğun ona duyduğu sevgiyle kendini değerli hissediyordu. Değerliydi de. Dali’nin hayalleri Gala’nın becerileriyle gerçekleşti. Kelimenin tam anlamıyla yoksulluk yüzünden geldikleri bu adada iki sevgili denize açıldılar. Balık tuttular. Sahil boyu yürüdüler. O küçük balıkçı kulübesinde küllerinden doğmanın bir yolunu aradılar ve tahmin edersiniz ki buldular.
Dali’nin yaşamını geçirdiği bu balıkçı kulübesi Dali gibi büyüdü. Değişti. Önce kocaman bir eve dönüştü. Evin her köşesi farklı tasarımıyla ilgi çekiyordu. İnsanlar bu evi görmek için Dali’nin ve Gala’nın verdiği hiç bir partiyi kaçırmıyordu. Basit bir ev düşünmeyin. Bembeyaz masum bir ispanyol evin kapısında sizi bir kutup ayısı karşılıyordu. Çatısındaki kocaman yumurtayı farketmemek imkansızdı. Havuzu bile sıradanlıktan uzaktı. 1 metre 30 cmlik havuzunun dibi deniz kestaneleri ile doluydu. Bu havuza girmek istiyorsanız ayaklarınızda oluşacak acıyı göze almalıydınız. :)
Havuzun çevresinde ise barışın simgesi zarif zeytin ağaçları tüm güzelliğiyle evi sarmalıyordu. Evin her bir köşesi benzersizdi. Bir odada burun şeklinde kocaman bir obje, dudak şeklinde koltuklar vardı. Burası Gala ve Dali’nin ölene kadar yuvası oldu. Dali en önemli eserlerini bu evde yaptı.
Dali tuhaf bir çocuktan bir sanat fenomeni,
O minicik kulübeden kendine bir stüdyo,
Gala’ya benzersiz gösterişli bir ev,
Bize ise şimdilerde Avrupa’nın en çok gezilen müzelerinden biri olan bu müzeyi yarattı.
Çocukluğunda huzuru bulduğu bu yer bu hayattan ayrılırken de huzuru bulduğu yer oldu.
Dali’nin çocukluğu babasından duyduğu hikayelerle geçti. Babası abartılı ve doğruluk payı olmayan hikayeler anlatmayı çok seviyordu. Yıllar içinde bu özellik babasından Dali’ye geçecekti. Dali’de artık bir öyle bir böyle anlattığı hikayelerle neyin doğru neyin yanlış olduğu ile ilgili arkadaş çevresinin kafasını karıştıracaktı.
Babası bir gün avukat bir gün doktor oluyordu.
Bu hikaye size tanıdık geldi mi? Eğer idolünü seç podcastimi dinlediyseniz gelmeli. Evet evet Coco chanel’e ufak bir selam gönderiyorum.
Farklı geçmiş çocukluklar ama aynı sonuç. Dali ve Chanel hem bu sonuçta hem de Fransa’da buluştular. Minicik bir aşk yaşadılar. Dali çocukluğundan beri modaya hayrandı e Chanel’e de hayran kaldı. Bu şahane çift ilişkilerini yürütemediler. Çünkü Dali’nin bir zıt kutuba ihtiyacı vardı.
Hepimizin olduğu gibi.
Dali aşka ve yiyeceklere düşkündü. Aşk kısmını geçip yiyeceklere takılıyorum. Bunun sebebi neydi? Biraz araştırınca sebebin katalan kültüründen kaynaklı olduğunu öğrendim. Ama neden? Katalanlar İspanya’nın kuzeyinde yaşayan Latin kökenli bir halktı. Kulağım Dali için katalan kültürüne kesildi. İmdadıma ispanyol komşum yetişti. Ona güzel bir kahve ısmarladım ve soru yağmuruna tuttum. Katalanlarla ilgili anlattığı şu bilgi kafamdaki çoğu şeyi açıkladı.
Katalanlar en masum tanımıyla tutumlu bir halk. Yiyecek tercihleri en sevdikleri yönde değil genelde en uygun fiyatlı yönde şekil alıyor. Boşa para verilen hiçbirşeyden hoşlanmıyorlar. Belki biraz cimriler. Bu çoğu şeyi açıklıyor.
Dali’nin müsrifliği, yemeklere olan düşkünlüğü belki de bu yüzden. Kültüründe onun yapısına uymayan geleneklere ufak bir meydan okuma hali.
Belki bizde yapıyoruz. Büyüdüğümüz topraklarda ve kültürde sevmediğimiz şeylere olan tepkimizi bir karakter özelliğimiz yapıp ortaya atıyoruz.
Meydan okumanın tatmin edici ve cesur tarafıyla bu şekilde var oluyoruz.
Bana bunları düşündüren bu adamın Barceleno’da bir otobüs şöförü olduğunu hayal ediyorum. Dali o tuhaf bıyıkları ile bir otobüs şöförü olsaydı. Onun sürdüğü otobüse binmek ister miydim?
Salvador Dali bir avukat olsa beni savunması için mahkeme salonuna onunla girmek ister miydim? Bunu söylerken mahkeme salonunda onu o dalgıç kostümüyle hayal edebiliyorum mesela.
Kesinlikle istemezdim.
Ama onun ilginç mimarisi ile küçük bir balıkçı kulübesinden bir malikaneye dönüşen evindeki partilerine dönemin tüm sanatçılarının ve sosyetesinin katılmak istemesi gibi bir göz atmak isterdim.
Salvador Dali doğru yerdeydi.
Salvador Dali doğru kişiyleydi.
Doğru yer ve doğru kişiyle olduğunuzda tüm tuhaflıklarımızın şahane olacağını bize gösterdi.
Bu arada özenle taranmış kusursuz saçlarını ise ayakkabı boyası ile sabitlerdi.
Cesur taraflarınızı törpülemeyin, tuhaf yanlarınızı gizlemeyin.
Hayat bu; herseyi birden değiştiremezsiniz.
Doğru yerde, doğru kişiyle değilseniz.
Hiç olmadı kendinize bir balıkçı kulübesi bulun ve ondan şaheser yaratın.
Haftada bir gittiğiniz eğitmenini çok sevdiğiniz yeni bir kursta olabilir bu. Salvador Dali değiliz sonuçta. :)
Bu da podcast kanalım: