SEÇİMLERİM BENİM Mİ?
Bazen harekete geçmek için yorgun olursun ve sana "Hadi" diyecek cesaret verici bir çift bakış bulamazsın. Bu yazı eğer bakarsan sana "Hadi" diyebilir. :)
Dinlemek isteyenler için:
Okurlar için:
Masamda oturuyorum ve kahvemi içerken düşünüyorum. Seçimlerim benim mi?
Burnuma gelen yoğun keskin koku kahveye ait ama onu bana seçtiren zihnim mi, alışkanlıklarım mı, atalarım mı, geçmişim mi, hayallerim mi?
Soruları sorarken heyecanlanıyorum. Siz de bir de beni bu sorulara cevap ararken görün gülümsüyorum, not almak için kalem arıyorum, hadi canım diye eğitmene bilgisayar ekranından şok içinde bakakalıyorum ve tüm bunların sonunda şahane birşeyi farkediyorum.
Seçim benim, seçimlere giden yol benim değil.
İkisi de benim olsa hayatın ne eğlencesi kalırdı ki. Hadi gelin o yola birlikte çıkalım. Seçimler yine sadece sizin olsun.
Bu podcast metnini yazmak için 4 ilham verici hikayenin kapısını çaldım.
İlki netflix’de Sly belgeseliydi. Sylvester Stallone’nın kendi kaderini eline almayı seçip muhteşem bir kariyer yaratma yolculuğunu keşfe çıktım.
İkincisi sahip olduğumuz tüm duyularımızın ömrümüz boyunca tanıma ihtimalimiz olmayan atalarımızdan bize kalan küçük tohumlar olduğunu öğrenme anımdı.
Üçüncüsü imkansızı başarmayı seçen muhteşem bir kadının hikayesiydi ve
Dördüncüsü her yolun sonunda yine çözümümün kendimde olduğunu hatırlatan iyi hissetmek kitabıydı.
Hazırsanız ilkiyle başlıyorum.
Netflix başıma gelen en güzel şey herhalde. Standart bir pazar kahvaltısı, çocuklarla saatlerce süren park serüveni, arkasından iki lafın belini kırmak için bir fincan birşeyler içmek, yemek yemek ve akşam çayımı içerken tüm bu huzurlu sıradanlıktan beni çekip çıkaracak tutkulu bir belgeseli önüme atıveriyor.
Bunu izlemek ister misiniz?
Tıkladığımda bir sinema efsanesinin 1,5 saate sığdırılmış koca ömrünü izlemeye başlıyorum. Slyvester Stallone deli gibi hayranı olduğum biri değil. Açıkcası genel olarak aksiyon filmlerini pek sevmem ama tam da sevmediğim şeyler öğrenmek için çok fazla şeyi biriktirdiğim yerler oluyor.
Belgesel onun hayatı tanımlayan cümleleriyle başlıyor. Hayatı bir trene benzetiyor.
-”Trene binerseniz her pencereden manzaranın geçtiğini görürsünüz. Fotoğraf gibidir. Bir daha o yöne dönmezsiniz. Hayat da böyledir. Geçerken görülen anlık görüntüler. Ve de geçer gider yani.”
İşte böyle hayat böyledir. Geçip gider ve biz değiştiremeyiz. Ve onun deyimiyle trendeyken ve yolculuğun sonuna yaklaşırken gerçekten iyi hissetmek istiyorsak seçimlerimizi ve bize seçimlerimizi yaptıran herseyi avucumuzun içi gibi bilmeliyiz.
Biraz hüzünlü bakışlarından kolayca tahmin edebilirsiniz ki. Şiddet dolu, reddedilmiş bir çocukluktan geliyor. Hep yolunu arıyor ve bulduğunu sandığı yer oyunculuk oluyor. Sürekli figüran yada dekorcu oluyor. Ciddi bir rol için ona hiç şans verilmiyor. O kadar çok reddediliyor ki. Sonunda oturup kendisi için bir senaryo yazmaya başlıyor. Seçimini değiştiriyor. Artık seçilen değil seçen olmak için.
Tam olarak etkileyici olan ne biliyor musunuz? Bir senaryo yazıp şahane olduğuna inanıp öylece beklememesi.
Bir sinemada yer gösterici olmak için işe başlıyor. Böylece tüm gün film izleyebiliyor. Tüm gün film izleyip, ucuz bir kasete diyalogları alıp, kendi senaryosunu oluşturmaya başlıyor. 2 yıl boyunca 15-16 senaryo yazana kadar durmuyor. Kendi şahane senaryosunu yazmak için görünmez bir egoyla değil gerçekten bu işin nasıl yapılacağını yoktan eden bir fırsatla kavrıyor. Kendine bir sinema okulu yaratıyor.
Sonunu biliyoruz değil mi?
Sylvester Stallone artık deli gibi hayran olduğum birisi.
Artık o sıradan biri değil. Tüm dünyaya kendi gözlerinden hayatı nasıl gördüğüyle ilgili seçimlerini yazarak, yöneterek ve oynayarak izletiyor.
Pekiii hayat gözlerle gördüğümüz birşey mi? Gözlerim görme işlemini yapan duyu organım mı?
Eğer Neoskala’da benim izlediğim eğitimi izlediyseniz neyden bahsettiğimi çok iyi biliyorsunuz. İzlemediyseniz sizi sıkmadan minik minik bahsetmeye başlıyorum.
Size seçimlerinizin gördüğünüz, duyduğunuz, kokladığınız herşeyin ötesinde olduğunu söylesem?
Sylvester Stallone ve ona benzeyen binlerce hikayeyi okuyup günün sonunda bu tutkunun bir parça tadına bakmak ve bunu başarma ihtimalinin bile keyif verdiği motivasyon denilen o duyguyu yaşamak benzersiz. Ama bazı seçimler filmlere belgesellere konu olacak kadar tutkulu olmayabilir ve tam hayatımızın içinde minik minik yer edinmiş olabilir. İşte bu eğitimde bu seçimleri belirleyen şeylerin 5 duyu organımız olduğunu öğreniyorum.
Mesela gözler de bir video kamerada aynı işlemi yapar diye düşünebilirim. Ama iki kamera aynı iki görüntüyü kayda alırken iki gözüm herşeyi tek bir imge halinde görüyor. Gözlerimiz baktığımız objeleri zihnimizde anlamlandırıp tek bir bütün haline getiriyor. Görmek sadece gözlerle yapılan bir durum olmaktan çıkıyor. Zihniniz ve gözleriniz beraber çalışıyor.
Ünlü bir test var. Gördüğünüzün genç güzel bir kadın mı yoksa bir cadı mı olduğunu soruyor. Resme bakanlarda ikiye ayrılıyor. Ben o güzel genç kadını gören taraftaydım. Sonra ikinci alternatifi öğrenince resmin içinde onu da buldum.
Gözleriniz artık görmek için zihninden yardım alıyor. Bugün gözlerimle seçtiğim herşeyi aslında bir tık zihnimle seçiyorum.
Zihnimi neyle doldurursam onu görmeye başlıyorum.
Bazılarının mutsuzluk gördüğünü bazılarının mutluluk görmesi. Bazılarının kriz gördüğünü bazılarının fırsat görmesi. Zihnim gözlerimin gördüğünü kalbime fısıldıyor. Ve ben seçimler yapıyorum. Hayatı ya tatlı yada tatsız yaşıyorum. Tat demişken
Peki tatlar?
Mesela bitter tatları neden sevmiyoruz? diye düşündünüz mü? Ben hiç düşünmemiştim. Bitter tatları sevmeme sebebimiz ne biliyor musunuz?Hayatta kalmak!
Evrimsel süreçte yiyecekler mutfağımızda pişip bize gelmiyorken bir yiyeceğin karnımızı mı doyuracağına mı yoksa bizi hasta mı edeceğine karar vermemizi sağlayan tat duyumuzdu. İnsanların avlandığı, ormandaki besinlerle beslendiği görece olarak çokta uzakta olmayan bir zaman diliminde. Olmamış bir yiyeceği, zehirli bir yiyeceği bu şekilde ayırt edip hayatta kalmaya çalışıyorduk. Şimdi ise tüm bunları aksi bize söylenmediği müddetçe devam ettiriyoruz. Zihnimiz bitter acı derecesindeki yiyeceğin şifalı yada lezzetli olduğuna kendini inandırmazsa onu sevmiyor ve tüketmiyoruz?
Limon kabuğu, yoğun bitter tat da bir çikolata, greyfurt bunları sevmeme sebebimiz evrimsel süreçte yaşayan atalarımız.
İnanılır şey değil.
Bir bebeğin ağzına bitter tat aromasında bir sıvı damlattıklarında onu ağzından çıkarmaya çalışıyor.
Bir bebek henüz annesinin karnındayken onun kokusunda korunacağını ve besleneceğini öğreniyor. Ama büyüdükçe limonun şifalı olduğuna, annemizin öğrettikleriyle kendimizi besleyip koruyacağımıza inanmaya başlıyoruz. Başta seçimlerimizle yönetemediğimiz duyularımızı terbiye etmeye başlıyoruz.
Atalarımızdan bize miras kalan içgüdüsel olarak hayatta kalma durumu bizde böyle bir dürtünün gelişmesini sağlıyor. Bugünse bu olayın bize en yakın örneği mantar yemekten çekinen aile büyüklerimiz oluyor. Aynı şey ekşi yiyecekler içinde geçerli zihninizi limonun lezzetli olduğuna, şifalı olduğuna inandırmadıysanız bir koca limonu yiyemiyorsunuz. Çünkü ekşi bir tatta size yiyeceğin bozulmuş olma ihtimalini hatırlatıyor. Saklama koşulları olmayan zamanla bozulan yiyeceklerin ekşidiğini bunları yediğinizde hastalanıp öldüğünüzü size kimse anlatmıyor ama siz daha hiç farkında değilken genetik kodlarınıza bunlar işleniyor.
Eğer bir yemeği çok seviyorsanız büyüdüğünüz koşullar yada bizzat siz bu yemeği çok sevdiğinize kendinizi ikna etmişsiniz demektir ve sevmiyorsanız yine kendinizi ikna etmişsiniz demektir. Bunu ben değil. Bebeklerinde içinde olduğu yapılmış yüzlerce bilimsel çalışma söylüyor.
Gözler, tat alma duyusu bunları uzun uzun anlatabiliriz yeterince kelimemiz var. Ama tüm bunların ortasında kelimelerle tanımlayamayacağımız birşey var ki belki de tüm seçimlerimizi o etkiliyor.
Koku
Eğitimde öğrendiğim en havalı şeylerden biri kokuyu anlatmak için hayatımızda kelimelerin olmayışı. Bunu daha önce farketmemiştim. Hadi bir kokuyu tarif edelim.
Mesela keskin bir koku?
Tanım için doku duyusundan yardım alıyoruz
Tatlı bir koku?
Tat duyusundan yardım alıyoruz.
Koku için kelimeler olmayınca koku anılara insanlara siniveriyor ve biz o benzersiz anları koku ile özdeşleştiriyoruz.
Anne kokusu, yemek kokusu, kitap kokusu
Biz ve objeler arasında görünmez sımsıkı bağlar oluşturuyor.
Annemin yemeğinin kokusu burnuma gelince annemi özlüyorsam bu bir seçim mi şimdi?
Bu kaderin bilimsel bir cilvesi.
Evrimsel süreçte bizden yüzyıllarca önce yaşamış atalarımız bugün ki seçimlerimizi bu denli etkiliyor. Düşünsenize oysaki bizden bir kaç nesil önce yaşayan dedelerimiz onların babaları.
Mesleklerini seçemediler.
Eşlerini seçemediler
Evlerini seçemediler
Evlerine alacakları bir tabağı bile seçemediler. Çoğu evlenip gittikleri yeni evlerinde kayınvalidelerinin eşyalarıyla yaş aldılar. Erkek olanlarsa doğup büyüdükleri evden başka bir eve sahip olamadılar.
Seçimler onların mıydı? Asla olamadı.
İçimizde atalarımızdan gelen ürkek cılız bir sesin bugün seçimlerimizde bir tık ürkek olmamıza sebep olduğunu düşünüyorum. Yüzyıllarca önce yaşamış atalarımızdan kaynaklı ekşiyi sevmiyorsak yanında büyüdüğümüz büyüklerimizden nasıl etkilenmeyelim? Ama bu seçimlerinize sımsıkı sarılmamanız demek değil.
Netflix’de izlediğim son filmde 63 yaşında bir kadın Florida’dan kübaya okyanuslar boyu yüzerek dünyada bunu yapan ilk insan olma hikayesini anlatıyor.
2 günden fazla süren bir yüzme yolculuğu. Okyanusta tuzlu sudan şişen dudaklar, yorgunluk, soğuktan kaynaklı geçirilen hipotermi nöbetleri, deniz anası saldırısı, köpek balığı saldırısına uğrama korkusu ve bu kadın tam olarak 63 yaşında gençken vazgeçtiği hayalini gerçekleştirmek üzere okyanusun ortasında.
5. Denemesinde başarıyor.
Zehirli ölümcül deniz anaları boynunuza saldırmıyorsa, okyanusun içinde soğuktan hipotermi nöbetleri geçirmiyorsanız.
Sizin olan seçimlere deli gibi sarılın. Sizi o seçimlere iten her olaya minnet duyun. Kabullenin, sahiplenin yada ne bileyim belki de affedin.
İYİ HİSSETMENİN TEK YOLU BU.
Elimde “İYİ HİSSETMEK” isimli bir kitap var. Rüzgar hafif hafif yüzüme vuruyor. O hissi biliyorsunuz değil mi? İyi hissettirir ama bu his saniyeler sürer. Sonra düşünceler sizi o histen uzaklaştırır ve siz o an kalbinizden ne geçiyorsa öyle hissetmeye başlarsınız.
İyi hissetmek dünyada 3 milyondan fazla satmış. 3 milyon insan iyi hissetmek için koca bir kitabı okumayı razı. İyi hissetmek için çoğunlukla neye ihtiyacımız var?
İyi hissetmek bir seçim mi?
Ailenizin, arkadaşlarınızın, sevgilinizin, işyerinizde beraber çalıştığınız insanların sizi anlamadığı ve sizi anlasalar iyi hissedeceğiniz yönünde çözümleriniz varsa yandınız. Çünkü kitap bana bu konuda ağzımın payını verdi. :)
Bir test var. Testin son bölümünde başkalarından beklentilerinizi sorgulatıyor.
Anlayış, sevgi destek, nezaket bunları istemek hakkımız değil mi? Cevabınız evetin çevresinde dolaşıyorsa puanınız negatiflerde oluyor ve test sonucu negatif olanlara gayet net bir şekilde şunu söylüyor.
Mutluluk ve özgüven potansiyelinin dışarıdan geldiği inancına kısılıp kalmışsınız. Bu sizi dezavantajlı bir duruma sokar. Çünkü diğer herşey kontrolünüz dışındadır.
Kontrolüm dışında olan şeyler: Yaşamış olduğum geçmiş gitmiş anlar, hayatımda bir şekilde varolan başka insanların seçimleri
Kontrolümde olan şeyler: Vücudum, zamanım, işimi nasıl yaptığım, olaylara verdiğim tepkiler hatta bir noktada sağlığım
Beni iyi hissetmeye itecek yol ise: Kontrolümde olanların tam bir listesini çıkarmak, onlara çeki düzen vermek, onları kabullenmek beklentiyi kendim dışındaki herkesten kesmek
İşte bu benim seçimim. Seçemediklerimden öğrendiklerimle şimdi kendim için en iyisini seçip kendi benzersiz hayatıma göz kırpabilirim.
Benzersiz hayatım çünkü ben zihnimi neyle doldurursam onu görüyorum. Neyin şifalı olduğuna inanırsam onu yiyorum. Hangi kokuyu istersem anıları o kokunun içine saklayabiliyorum. Görmek, tatmak ve koklamak gibi herkesle ortak olan duyularım zihnimle birlikte çalışarak beni biricik yapıyor.
Biricik, benzersiz ve eşsiz
Seçimleri sıradan günlük bir olay içinde düşününce:
Podcast başlarken avuçlarımda tuttuğum kahve aklıma geliyor. Bana çoğu sabah kahveyi seçtirenin geçmişim olduğunu farkediyorum. Yıllarca benim okula, anne ve babamın işe gitmek için uyandığı sabahlarda onların içtiği bir fincan kahve.
Dünyaya günaydın deme şekilleri.
Bu seçimi bana yaptıran şey onlara özlemim. Günaydın deme şekillerini sevişim.

Seçimleri hayallerim için büyük motivasyon cümleleri ile süslemem gerekirse de Sly belgeselinde bir arkadaşının onun için söylediği şeyi aklıma getiriyorum.
“Sly her zaman kendi yolunda gidecek bir adam eğer öyle bir yol yoksa o yolu kendi yapar.”
O yolu yapmak benim seçimim. Üstelik o yolu çizecek haritamda kafamın tam olarak içerisinde.